7 Aralık 2010 Salı

Klasik, Tolstoy, Savaş ve Barış


Okumak kimine göre basit bir eylemdir, kimine göre de okumak tariflere sığmaz bir zevktir. Yazılı eserler insanoğlunun hafızasıdır ve bu eserlerle insanoğlu binlerce yılın süzgecinden geçmiş  bilgi, kültür, tarih ve daha nice yaşamların varlığına şahit olur.Bu esnada dünyadan dünyaya,zamandan zamana koşar insanoğlu,türlü hislerle donanır,türlü hislere yelken açar.
Okurun en yoğun olduğu bir dönemdeyiz bir o kadar da kitapların garip kaldığı bir dönemde. Kimimize göre okurluk boş vakit işi, kimisine göre entelce bir takıntı ,bazıları için modernizmin   gereği,anlamanın sınırında anlamsızlıklara bürünmek, kapasitesini  geliştirmek.Bazımıza göre hepimiz okuruz.Çünkü biz dünyanın üstün yeteneklere bürünmüş bir milletiyiz ,biz var ya her şeyi okuruz hatta olmayan tecrübelerimiz sayesinde akıl okuruz, yüz okuruz, kalp okuruz,kitabı da en hızlı şekilde okuruz,kimse bizden hızlı okuyamaz, okuma eylemi bizim için alelade günlük işlerimizden biridir, tüm işlerimiz gibi onu da basit ve üstünkörü bir ivedilikle aradan çıkarırız.Çoğumuz kitabı elimize aldığımızda başlarız sonunu beklemeye ve kitap bittimi bir köşeye atıveririz,bir kitapla münasebetimiz ancak bu kadardır.
Çok azımızda ki;
 bu azınlık okurun hasıdır, önce kitabın adını duyarız, sonra yazarını ve yavaş yavaş bir aşk başlar kitapla aramızda ardından kitabı okumaya hazır hale geliriz,kitap elimizdedir artık tek isteğimiz kitabın bitmemesidir.Bunu da başarırız kitabın okuma kısmını bitirdik mi kitabı düşünme kısmına başlarız artık kitabın ruhuna giden bir yola çıkmışızdır ruhtan ruha köprüler kurarak yazarı anlamaya çalışırız derken karşımıza bir düşünce silsilesi çıkar böylece kitap görevini yerine getirmenin  hissiyle bir meta olmaktan, okur da kitaba hakkını vermenin hissiyle basitlikten kurtulmuş olur.Yazının içindeki gizli şifreleri çözen, estetik olgunluğa erişen fikr-i sahihle hareket eden okur yapaylığın pençesinden kurtulmanın sevincini, doğallığın limanına sığınmanın onurunu yaşar.
Elimde yılardır ismini duyduğum fakat her defasında okumaktan kaçındığım bir klasik var, ‘Savaş ve Barış’.Ne zaman bu kitabı okumak istesem beni bir isteksizlik sarardı günlerce kitaba bakar dururdum niyeyse bende klasik kelimesi biraz da klişeyi andırır bu saçma düşünceye nasıl kapıldım bilmem, bu derece  imkansız bir hadiseye ve böyle bir ilişkiye nasıl vakıf olduğumu da anlamıyorum. Yine de bu saçma düşünceden kurtulmak iyi oldu aslında bu sadece ‘Sava ve Barış’la olmadı bu gidişatın temellerinde ‘Suç ve Ceza, Madam  Bovary,  Sefiller, Babalar ve Oğullar…’  ında etkisi vardır.’Savaş ve Barış’ ile böyle bir ilişkiye son noktayı koymuş oldum.
Bir çoğumuz   popülerizmle  birlikte bil hassa  postmodern  dönemin etkisiyle klasikle yollarımızı ayırmış bulunuyoruz. Artık aslı terk edip suretin peşinde koşuyoruz. Öyle ki güneşi bırakıp  güneşin etrafa yaydığı ışıklara aldanıyoruz. Klasiklerin toz kokan sarı sayfalarına itibar etmeyip mürekkebin değerini yitirdiği, hokkanın bozguna uğradığı, klavyelerin egemenliğini ilan edip emeğin satıldığı en önemlisi de bunların ilham kaynağının dahi tenezzül etmediğimiz klasikler olduğu gerçeğini görmezden geliyoruz.
Gelelim  ‘Savaş ve Barış’ a…
Aslında klasiklerin durumu anlattığımız kadar da vahim  değil hatta bu saydıklarım okuyucu olmaktan ileri gidememiş belli bir kesim içindi. Klasiklerin okunması  için birbirinden ilginç teşvik çalışmaları da yapılmakta ve klasiklerin tamamen köşeye itilmesine göz yummayacak düşünürler çoğunlukta bu da asıl menbaın klasiklerin toz kokulu sarı sayfalarında yattığını göstermekte,bu arada hala konuya giriş yapamadım.
Bir 19. Yüzyıl insanı olan Tolstoy  ‘Savaş ve Barış’ isimli eseriyle çağının gerçeklerini uhdesindeki kahramanlarının hayat hikayesiyle harmanlayarak   önümüze serip   karşımıza tüm fiziksel şartlarıyla bir 19. Yüzyıl tablosu çıkarıyor. Ve psikolojinin,fizyolojinin, nörolojinin henüz yeni filizlendiği bu dönemde kahramanlarının ağzından,elinden, gönlünden, zihninden bir insanı ve bir çağı,19. Yüzyıl Rusya’sını ve Avrupa ‘sını  çırılçıplak soyup önümüze koyuyor.Bu hengameyi bir karınca yuvası olarak düşünürsek ,Tolstoy bizi yuvanın deliğinden merkezine götürüp kahramanlarının aracılığıyla olaylara şahit olmamızı sağlıyor.
‘Savaş ve Barış’ okuyucuyu postmodern  zamandan,edebiyattan , yaşantıdan ,yaşantının ve edebiyatın gösterişlisinden alıp modernlerşme  çağı olan 19. Yüzyıla ,gösterişli hayatların sade ifedelerle dile getirildiği edebiyatın has çağlarından birine götürüyor.Ve gizlenmiş bir hazinenin tozlarını üstünden kaldırıyor,bu hazineyi bize gülümsetiyor.Acı da olsa klasiklere duyarsız kalmanın yanlışlığını anlamamızı sağlıyor.Dahası kahramanlarıyla işbirliği etmişçesine okura hem bir ders veriyor hem de okuru kendine ve kahramanlarına bağlıyor.
Geniş bir mekan ki kıtaları içine alıyor,bir ömürlük zaman ki onlarca ömrü barındırıyor ,bir de bunların yanında her kahraman en ince ayrıntısına kadar tahlil edlip sürekli yer değiştiriyor,insan ruhu irdelenip bu ruhun en karanlık köşelerinden bizlere bir tarih ve hayat dersi veriliyor yazar bu köşelerden yaşamlarımıza,hislerimize,ihtiraslarımıza,sadakatimize,ihanetimize ayna tutuyor.Yeri geliyor bir sarhoş beyefendi,bir prenses rezil, bir rezil vezir oluyor.İnsanın hayvani isteklerinin davranışlarındaki tutarsızlığa yansıması irdeleniyor yüzyılın klasiğinde.
19. Yüzyıl …
Bol savaşlı az barışlı zamanlardan biri,yüzbinlerce kayıbın verildiği,sefaletin ala seviyede insanlığın ise edna seviyeler de  dolandığı bir çağ-gerçi günümüzde de tablo pek farklı değil-.Bu tablo sadece romanın sınırlarında değil 19.yüzyılın tüm köşebentlerinde,büyük bir coğrafyada şatafatlı eğlence hayatıyla sefalet ve gözyaşı bir arada.Ve bu sadece 19.yüzyılda değil günümüzde de sadece ünvanları ,sınıfları,araçları,isimleri farklı bir şekilde yaşanmakta.
Bir arının özverisyle, bitmek tükenmez bir yazın çilesiyle Tolstoy,   ‘Savaş ve Barış’  eserinde cümlelerle karakterlerine, karakterlerle bir çağa, bir ülkeye,bir savaşa ve kitabıyla değişmez olan gerçeğe yani insanın savaşıyla barışıyla,gelgitleriyle hangi çağ ya da coğrafya olursa olsun  malzemeleri farklı da  olsa hep aynı senaryoyu yaşadığı gerçeğine ayna tutuyor.. Her ne kadar amacı bu olmasa da…

E.T