8 Ekim 2011 Cumartesi

DİRSEK TEMAS - 2 (Askere Giriş)

Yukarıda özelliklerini ve marifetlerini uzun uzadıya anlattığım taksi denen cisimden indim Deniz Er Eğitim Alayı'nın önünde... Daha doğrusu yanında... Zira ana kapıdan değil, ara kapıdan alıyorlar askerleri içeri. Hamal tutsan sana pahalıya patlayacak kadar ağır sırt çantamla, önünde nöbetçinin beklediği eşiğe geldim.

- Selamun aleyküm
-Aleyküm selam.
-Teslim olmaya geldim
-Yandan dolaş...
-Nerden?
-(Eliyle çember çizerek) Diğer taraftan....

Askerin diğer taraf diye tabir ettiği yöne doğru bakınca şok oldum. Zira duvar 1 km kadar uzunluktaydı ve ortalarda hiç kapı gözükmüyordu. Dedim "Vardır bir hikmet"... Başladım yürümeye... 20 metre sonra arkamdan bir ses...

- Lan! Piştt... Nereye gidiyon lan?

Döndüm.. Az önce beni başka bir kapı armaya yollayan asker...

- Noldu? dedim..

- Ge buraya... Gel...

Ikıla sıkıla tekrar yaklaştım tüfeğinden küçük ve hafif askerin yanına..

- Noldu?
-Giriş burdan..

Evet... Az önce girmek isteyip de giremediğim kapıyı gösteriyordu bana.. Ama o "Giriş burdan" sözünü öyle bir söyledi ki, sanki o az önce doğru yeri göstermiş de ben yanlış gidiyormuşum gibi hissettim. Dedim herhalde şaka yapıyor. Ama asker bir general kadar ciddiydi. Sesimi çıkartmadan cinayet soruşturması kıvamınca karışık ve çapraşık bir mesele haline gelen kapıya yöneldim. İki uzman çavuş karşıladı...

- Kimlik?

 Çıkarttım kimliği gösterdim. Yazdı, çizdi, bir şeyler yaptı.

-Üzerinde telefon var mı?
-Var..
-Niye getirdin?
-Teslim edecek yer bulamadım.
-Püff.... Keşke getirmeseydin...

Uzman çavuş cümleyi öyle bir noktaladı ki, içerde telefonu alıp gözünün önünde imha ediyorlarmış gibi aynı. Ya da dönüşü olmayan bir yola gidiyormuş gibi umutsuz... İçimi korku sardı. Dedim "Telefon gitti" Önemsiz birkaç sorgu sualden sonra içeri girdim. Bu sefer silahsız başka bir nöbetçi karşıladı beni. Maksat üst araması...

- Üzerinde kesici delici alet var mı?
- Var... Sağ cebimde portatif döner bıçağı, sol cebimde ekmek bıçağı, donumun içinde de ağaç motoru var... Biraz rahatsız edici ama napalım...

dememek için zor tuttum kendimi...

Niye?

1-Üzerimde kesici, delici aletle askeriyeye girecek kadar mal mıym?
2- Hadi getirdim diyelim... Bunları, üstümü aradığın zaman bulabileceğin yere niye koyayım?

- Tırnak makası var, tıraş bıçağı var?
- Tamam geç...

Ne yani? Şimdi tırnak makası ve tıraş bıçağı kesici delici alet sınıfına girmiyor mu? İsteyen adam tırnak makasıyla soykırım yapamaz mı?

Demek ki, tipten kurtardık...

Devam ettim içeri ve amfi dedikleri ilk istasyona girdim. İlk masada oturan askerlerle bir süre bakıştık. Sanki onlar yeni askere geliyorlarmış gibi tedirgindiler. Dedi "Kimlik?" Bilgisayarda kaydıma kuyduma bakarken yandaki eleman  gözlerini şaşkınlıkla kocaman açmış bana bakıyor. İşaret parmağını yavaşça uzattı. Kaşif bir ses tonuyla:

- Sende bilgisayarcı tipi var...

Güldüm.

- Türkçe öğretmeniyim...

Elini masaya vurdu.

- Hadi beee... Tüh... Nerelisin?

- İStanbul, pendik...

Az önce açılan şaşkın gözler tekrar dikildi bana...

- Valla de... (Yanındakine)Kağıt ver lan kağıt...

- Niye la?

- Hemşerim oğlum... Torpil yaparız...

Neşeli bi tip... Aklıma "Muhtac-ı himmet dede, nerde kala gayrıya himmet ede" sözünü bana hatırlattığı için sevdim elemanı. Çünkü eleman, ancak bayramlarda sokakları, torpil patlatarak maniple eden yaramaz çocuklara benziyordu. Torpilden kastı da oydu herhalde...

Neyse...

Diğer masada ise çanta ve valiz kontrolü... Askere çantayı vermemle birlikte savaş başlamış oldu çantayla... Adam resmen çantayı yedi.. Annemin sığdırmak için özenle 1000 kat katladığı elbise çamaşır vs.'yi gelin çeyizi serer gibi masanın üstüne yaydı. Arkamda da sıra bekleyen 5 asker var. Onlar da benim kaç beden don giydiğimi , hangi traş köpüğünü ve şampuanı kullandığımı öğrenmiş oldular. Hepimiz kardeşiz o yüzden... Sırada bekleyen asker adaylarının üzerimde yarattığı gerginlikten masada görücüye çıkmış elbiselerimin hepsini çantaya nasıl bir hızla tıktığımı siz düşünün artık...

Sırada telefon teslim istasyonu...

Girişte uzman çavuşun beni kilitlediği nokta... Telefonuma ne olacak korkusuyla titreye titreye yaklaştım masaya... Asker telefonu aldı, sardı sarmaladı, üzerine adımı yazdı ve kutuya attı ve "14 gün sonra alırsın" dedi ve kutuya attı. Bu kadar... Yani telefonum güvende... İşte bu yüzden uzman çavuşun neden tripten tribe atladığını çözemedim bir türlü... Beni de gerdi durduk yere...

Amfi denen tribünlü binadan çıkar çıkmaz karşımda aynısında bir tane daha gördüm. "Oha bir tane daha mı?" diyerek yana açılıp ileriye doğru baktımda aynısından 9 tane daha olduğunu farkettim. Ve hepsinin önünde Nokia'nın meşhur yılan oyunundaki gibi kıvrılmış yılansı asker kuyrukları...

Girişim saat sabah 11 deydi... İşlemler bitip yatağ uzandığımda saat gece 22.30 du. Ve o gün aslında askerliğin bittiğini hissettim. Gerçekten bitmişti. Ben öyle düşünüyorum. Çünkü 6 ay boyunca öyle bir yorgunluk yaşamayacaktım...

Ama... Sabah 05:30 da, "Koğuş kalk" nidasıylabütün işler alt-üst olacak, dünya tersine dönecekti.

(Popüler romanlardaki gibi kapitalist bir son oldu evet... Körle yatan şaşı kalkar)

(Devamı gelir, gelir... Daha malzeme var)

A.S