10 Ekim 2012 Çarşamba

İNSAN ZALİM VE CAHİLDİR - 4

Ön bilgi: Bilindiği gibi insanın Allah'a en yakın olduğu an secde anıdır ve secde pozisyonu herkesçe malumdur. Baş yerde, arka bölüm ise yüksektedir.

*****

Peygamber efendimiz, Hz.Ali'nin babası olan ve ehl-i beytinden iman etmeyen bir kaç kişiden biri sayılan amcası Ebu Talip'in yanına gider ve onu tekrardan İslam'a davet eder. Ebu Talip bu ısrar karşısında artık içindekileri döker fütursuzca:

- Ya Muhammed! Ben senin hak peygamber, son peygamber olduğunu biliyorum. İslam'ın son ve gerçek din olduğunu, Kur'an-ı Kerim'in en son ve en doğru kutsal kitap olduğunu da biliyorum. Ama siz secdeye gidiyorsunuz ya... İşte ben "Ebu Talip'in arkası başından yüksekte kaldı" dedirtmem kendime...

diye cevap verince Peygamber efendimiz hiçbir cevap vermeden dönüp gider.

Burada iki husus vardır:

1-) Ebu Talip'in cevabı aslında NEFİS olayının altında bencillik ve kibirin olduğunu anlatmaktadır. Şüphesiz ki bu cevabı ona nefsi verdirmiştir. Yani nefisin varacağı son istikametin bu olduğundan bahsedilmektedir.

2-) Peygamber efendimiz bu cevap karşısında sükut etmiş ve dönüp gitmiştir. Burada da "nefsi bu dereceye varmış bir insana artık hiçbir nasihatin işlemeyeceği" gerçeği ortaya konulmaktadır.

İNSAN ZALİM VE CAHİLDİR - 3

"Kalpler sadece Allah'ı zikretmekle huzur bulur" (Ra'd Suresi:28.Ayet)

Eğer bir insanın -dinle diyanetle hiç alakası olmayan bir insanın- keyfi yerindeyse ve gayet mutlu mesut hayatına devam ediyorsa, nefis onu çoktan kucağına oturtmuş ve burnuna halka takılmış ayı gibi oynatmaya başlamıştır. Ama bunu farkedemez. Eğer fark etse zaten nefsi derece atlar. İşin sırrı hiçbir şeyin farkında olmamaktadır aslında.

7 Ekim 2012 Pazar

BAYLAR BAYANLAR !!!



Merhaba hanımefendi!
Sizi rahatsız etmeye geldim. Hey durun lütfen… Kuşanmayın silahlarınızı. Biliyorum “orijinal” bir başlangıç olmadı. Ve yine biliyorum zaman, mekan ve bize öğretilenler gereği ortaya konan her çaba orijinal bir sonuçla nihayetlenmeli. Aksi, çabayı lüzumsuz kılar!
Mı?
Hayır efendim, reddediyorum. Orjinalliğe ulaşıp anlamı yitirmeyi reddediyorum.  Ve evet bayım, haklısınız! Okuduklarımı kusuyorum. Bunu kabul etmekten gocunmuyorum. Zira haddimi bilme gayreti içerisindeyim. Bunu siz yapmak niyetindeyseniz öncesinde bildirmek istedim. Şimdi indirin lütfen silahlarınızı.
Ve yine size dönüyoruz hanımefendi… Nasılsınız? Gözleriniz nasıl? Sözleriniz ve elleriniz nasıllar?  Güzel gözleriniz, güçlü sözleriniz ve bakımlı ellerinizle pek güzelsiniz. Ruhunuz hanımefendi? Asıl bunu sormalı, asıl bunu cevaplamalı. Ruhunuz nasıllar? Biraz zor duruyor ayakta sanki? Dizleri titriyor, beli bükülmüş. Ne çok yüklemişsiniz ruhunuza, taşıyamıyor baksanıza. Kim söyledi bunca yükü alın diye omuzlarınıza?
Bırakın birazını lütfen, size yardım etsinler.
İstemiyor musunuz?..
Yardıma müsaade etmeyişiniz de neden? Ruhunuzun her yanı nasır tutmuş, saçınız ve makyajınız gizleyemiyor kırılmışlığınızı, incinmişliğinizi…Ama siz her şeye rağmen çok güzelsiniz değil mi? 
Bunlar siz değil misiniz?               
Ah afedersiniz! Siz kırılmaz ve incinmezsiniz. Güçlüsünüz değil mi? Siz aciz ve muhtaç değilsiniz. Hatta bu kelimelerden öylesine tiksinirsiniz ki… Siz her şeyi yek başınıza halledebilirsiniz. Siz hata yapabileceğinizi hiç düşünmediniz ki zaten. Ortada bir şey varsa yüzü hep siz verdiniz, perdeyi sadece siz açtınız ve siz kapattınız... Kararları kimseye bırakmadınız, sırf kendinizden önce karar verilmesin diye bütün yaşanmışlıkları ahlaksızca, yaralayarak, kanatarak, kendi gurur ve kibrinize köle olmuş bir vaziyette, ilk kararları siz verdiniz hep. Kimsenin sizi ezmediği ortamlarda bile sırf kendinizi ezdirmemeye programlandığınız için herkesi potansiyel tehdit olarak algıladınız. İçten yaptığınız pazarlıkların sizi daha güçlü kıldığını, tahammülsüzlüğün aslında bir güç göstergesi olduğunu düşündünüz. Ah pardon! Siz aslında çok duygusalsınız değil mi? Ağlamaklarınızın nedeninin hırs, kin ve öfke olduğunu farketmeden ağladınız ve buna duygusallık dediniz. Haklısınız, hırs da bir duygudur. 
Siz hanımefendi. Sistemli bir eğitim sürecinden geçtiniz. Düşünüyormuşsunuz gibi hissettirip sizin yerinize düşündüler. Doğruyu tek başınıza bulduğunuza sizi inandırdılar. Utanma duygunuzu reklamlarla susturup bedeninizi modernizmin öğütücü kollarına emanet ederken kavradığınızı sandınız hanımefendi. Oysa kavranan sizdiniz, farkında bile değildiniz. Güzelliği bile onların kalıplarıyla öğrendiniz. Nasıl olmanız gerektiği öğretildi size. Siz kadındınız…
Sizinle ne alıp veremedikleri vardı hiç anlamadım… Sırf cinsiyetinizden ötürü diri diri gömülen sizdiniz vaktiyle, Yaradanın affettiği günahı affedemeyen şuursuzların bir günah gibi baktıkları ve –belki hala- kızdıkları da sizdiniz. Çok değil birkaç yüzyıl önce insan olup olmadığı tartışılan yine sizdiniz ve cadı ilan edilip ateşlere atılan da...
Hanımefendi! Siz ne çok çektiniz… Şimdilerde size özgürlük diye sundukları şey  daha da belinizi büküyor görmez misiniz? Sizi siz yapanı sizden alıyorlar farkında değil misiniz? Ruhunuzu, güzelliğinizi alıp sizden, yerine verdikleri hırsı ve öfkeyi daha mı çok sevdiniz? Kadına özgü naifliğiniz  olmadığında geriye kalan dişiliğinizle ne yapabilirsiniz? Kadınlık sadece makyaj yapıp etek giymek midir? Daha kadın bile olamamışken, kadınlığın ne olduğunu anlamamışken (hatta bu cümleyi okuduğunuzda "senden mi öğreneceğim kadınlığı" diyorsunuz)  "erkek dediğin şöyle olmalı, böyle olmalı" diyerek erkeklerin de sizin hakkınızda "senden mi öğreneceğim erkekliği" cevabını alarak hayata kota koyan, saçma sapan kriterle bir ömür beyaz atlı prensi bekleyen, sorulduğunda da klasik Türk kaçışı olarak kullanılan "hayırlısı" kelimesini söyleyen siz değil misiniz? Üstelik "hayır" kelimesinin Allah'a yaklaştıran şey olduğunu bilmeden...  Galipsiniz kendinizce, emirler savururken, mağlupsunuz insanlar içinde yapayalnızken...
Bir durup düşünün hanımefendi, neler için nelerden vazgeçtiğinizi. Fakirliğinizin övüncünüz, acziyetinizin asıl gücünüz olduğunu hatırlayın. Hazırlıklı olun; zor olacak öğretilenleri unutmak.

NOT: nafilefilintalar.blogspot.com yazarı Larus'un yazısından alıntılanmış ve üzerinde küçük değişiklikler yapılmıştır. 

6 Ekim 2012 Cumartesi

İNSAN, ZALİM VE CAHİLDİR - 2

Bir ara internette dolaşan meşhur bir video vardı. 1900'lü yılların başında küçük bir sınıfta, küçük bir çocuk öğretmenine ayar veriyordu. "Tanrı kötülüğü yaratmadı" diye... En sonunda da çocuğun kimliği açıklanıyordu: ALBERT EİNSTEİN

Orda çocuğun verdiği önermeler doğru ama ulaştığı sonuç yanlıştır aslında. Allah kötülüğü yaratmadı demek olmaz. Allah kötülüğü bilerek ve isteyerek yaratmıştır. Çünkü her şey zıttıyla kaimdir. Siyahın kötülüğünü anlatan beyaz olduğu gibi iyiliğin iyi olduğunu anlatan da kötüdür. Allah kötülüğü yaratmış, insana yerleştirmiş. Daha sonra iyiliği yaratmış ve insana bir tercih hakkı tanımış: Kötülüğünle savaştığın kadar değerlisin.Seçim senin, ister savaşır mutlu olursun; ister savaşmaz yok olursun.

Hatta oruç bahsinde hep anlatılagelen bir hadise Allah'ın yarattığı kötülükle diyaloglarından ibarettir. Hz.Allah nefsi yaratır ve sorar:

- Ey nefis! Sen kimsin, ben kimim?

- Sen sensin... Ben de benim... diye cevap verir nefis... Yani kendisini yaratana bile artislik taslamakta ve bencillik yapmaktadır.

Bunun üzerine Hz. Allah nefsi cehenneme atar ve yüz yıl azap çektirir... Tekrar çıkarır ve sorar:

- Ey nefis! Sen kimsin, ben kimim?

- Sen sensin... Ben de benim...

Hz. Allah nefsi tekrar azaba düçar eder. Yıllarca azap çeken nefsi tekrar çağırır huzura:

- Ey nefis! Sen kimsin, ben kimim?

- Sen sensin... Ben de benim..

Hz. Allah bu sefer nefsi aç bırakır. Yıllarca aç kalır nefis... En sonunda huzura kendi gelir bu sefer. Hz. Allah tekrar sorar:

- Ey nefis! Şimdi söyle bakalım, sen kimsin, ben kimim?

- Ey Allah'ım! Sen benim rabbimsin, beni yaratan, yoktan varedensin diye cevap verir.

O yüzden açlık, nefsi en iyi terbiye etme yoludur.

Yani aslında kötülüğün ve nefsin kaynağında bencillik yatmaktadır. Sen sensin, ben de benim ifadesi başka bir şeyle açıklanamaz. Ezelde Hz. Allah tarafından test edilen nefis, şeytanı da yanına alarak devam etmektedir yoluna.

Hz. Allah, Adem Aleyhisselamı yarattıktan sonra bütün melekleri toplar ve "Adem'e secde edin" diye emir verir. Meleklerin hepsi secde ederler. Ama şeytan etmez. Gerekçesi de bencillikten başka bir şey değildir:

- Ben Adem'e secde etmem. Beni ateşten, onu topraktan yarattın. Ateş topraktan daha üstündür. O yüzden ben ona secde etmem..

diyerek nefisten sonra bencillikle isyan eden ikinci kötülük kaynağı olmuştur.

Ama...

İnsana yerleştirilen nefis terbiye edilmeye çalışılmadıkça varacağı son nokta ve gittiği istikamet "Sen sensin, ben de benim" anlayışıdır. Zaten "Nefis" kelimesi arapçada "kendisi" manasına gelmektedir. "BEN" onun en sevdiği kelimedir.

Oysa...

Bütün kudretlerin sahibi olan Hz.Allah bile Kur'an-ı Kerim'in %95'inde kendisinden bahsederken hep "BİZ" ifadesini kullanmıştır. Çok az yerde "BEN" geçer.

Örnek: "Muhakkak ki biz seni alemlere rahmet olarak gönderdik"

Halbuki Hz.Allah tek başına göndermiştir onu. Ama sırf nefisle aynı söylemi paylaşmamak ve insanlara BEN demenin ne kadar kötü olduğunu anlatma adına BİZ ifadesini kullanmıştır.

Peygamber efendimiz kendisini "Abdulmuttalip'in torunu" olarak tanımlamıştır ilk önce. Sonra da buyurmuştur:
"Senin en büyük düşmanın iki kaşının arasındaki nefsindir"

Nefse bir yer biçmek gerekirse bu iki kaşın arasıdır peygamber tarifiyle. Dolayısıyla insan, günde 5 vakit namaz kılan bir insan toplamda 200 kere secdeye gitmektedir. Secdeden maksat hem Allah'a itaat... Hem de iki kaşın arasındaki nefsi yerden yere vurmaktır. İslam'ın özünde "boyun büküklüğü" yatar.

Peygamber efendimiz, kendisine yapmadığını bırakmayan Ebu Cehil'e bile kuyuya düştüğünde elini uzatmış ve onu tekrar tekrar davet etmiştir.

Taif halkı kendisini taşladığında Cebrail A.S gelip "Ya Muhammed! Beni Allah gönderdi. İste bu şehri bir anda talan edeyim" dediğinde diz çöküp ellerini açıp "Ey Allah'ım sen, bu beni taşlayan Taif halkını affet. Çünkü onlar bilmediklerinden yapıyorlar" diye dua etmiştir. "Ben Allah'ın peygamberiyim, beni nasıl taşlarsınız, siz kimsiniz, Ey Cebrail! Talan et bu şehri" dememiştir. Zira bu ikinci cümle öfke dolu bir cümledir. Öfke, hırs, kin, gıybet, merhametsizlik, vicdansızlık, insanları ezme, zulmetme, bağırıp-çağırma, ahkam kesme, kendini beğenmişlik, bencillik vb... Bunlar hep nefsine köle olmuş insanların farkında olmadan yaptıkları şeylerdir. Onlara yaptıkları şeyin farkında olmamalarını telkin eden yine nefistir.

Nefis, sadece yoldan çıkmış insanlarla uğraşmaz. Onlar zaten nefsin kucağına oturmuşlardır. Nefsin asıl düşmanı kendisiyle savaşanlardır. Çünkü intikam almak istemektedir. Hiç namaz kılmayan bir insana "sen aslında inançlısın müslümansın, o şimdilik yeter, namazı sonra kılsan da olur" ya da namazı bırakmış birisine "senin çevren kötü, işin gereği onlara uymak zorundasın, kılamıyorsun ama napalım" dedirtebilir. Hatta "ikindi namazının sünnetini terk etmek de sünnettir" dedirterek sana 10 sene ikindinin sünnetini kıldırtmayabilir.

Kanuni bile, "Saltanat dedikleri bir kuru kavga imiş, bir evliyaya tabi olmak her şeyden ala imiş" diye şiir yazmıştır. Cihan hakimiyetini bırakıp bir mürşidin dizinin dibinde boynunu bükmüş nefsini terbiye etmiştir.

Türk Tasavvuf anlayışında Allah'a yaklaşmanın ilk basamağı nefsini egale etmektir. İşte o nefisle mücadelenin ilk basamağı Yunus Emre'ye odun taşıtmış, Aziz Mahmut Hüdayi'ye, savcı olmasına rağmen, sokak ortasında ciğer sattırmış, sakalıyla tuvalet temizletmiştir.

"Önce sana "BEN" dedirten nefsini yok et, öyle gel. Zira nefis sağlam ibadetin önünde engeldir.Sen, BEN demeyi bırakmadıkça gerçek manada SEN olamayacaksın" 

Meleklerde nefis yoktur. Melekler sadece Allah'ın dediğini yapan varlıklardır. Onlarda irade de yoktur. Ama insanda mücadele edilecek bir nefis olduğu ve insan bu mücadeleyi göze aldığı için meleklerden daha üstündür.

3 Ekim 2012 Çarşamba

BANANE?

Kanuni Sultan Süleyman'ın süt kardeşi, yaşı ilerledikçe veli zatlardan olur. İnzivaya çekilir ve kendini tamamen ahirete adar. Kanuni de zaman zaman görüşmek ister ama nedendir bilinmez bir türlü görüşmek istemez süt kardeşi. Kanuni en son uzuuun bir mektup yazar. Gelen cevap kocaman bir kağıttadır. Kanuni kağıdı açınca büyük harflerle yazılmış kocaman bir BANANE? yazısı görür. Anlam veremez haliyle.

Ama Kanuni her fırsatta görüşme isteğini yineleyen mektuplar yazar süt kardeşine. En sonunda çabaları sonuç verir ve bir iskelede buluşurlar. Küçük bir kayığa atlayıp açılırlar denize. Kanuni mektuptaki BANANE'nin anlamını sorar ama cevap alamaz. Başka bir soruya geçer:

- Üstadım... Sen Allah dostu veli bir zat olmuşsun. Senin hayat görüşün, senin ufkun benimkinden çok daha açıktır. Hele deyiver bakalım, benim Osmanlı devletimin yıkılışı ne zamandır ve nasıl olacaktır?

Süt kardeşi beklemeden cevap verir:

- BANANE?

- Sevgili kardeşim. Nedir bu BANANE? Tekrar edip durursun...

- Sana, sen sormadan söylemiştim cevabı ama anlayamamışsın. Senin torunların her olumsuzluğa, her sıkıntıya, her dara düşmeye, her çaresizliğe BANANE? diyecekleri için Devlet-i Al-i Osman yıkılacaktır.

diye cevap verir...