22 Aralık 2012 Cumartesi

MUHTELİFAT...

İnsan ne ki?

Neyiz biz?

Niye varız?

Olmasak olmaz mıydı?

Diyemez ki insan...

Her şey belli... Bakmasını bilirsen yazdığı yer belli...

Hepimiz, her saniye çok kuvvetli imtihanlardan geçiyoruz. Aldığımız nefesi verirken bile imtihana tabi tutuluyoruz. Farkında değiliz. Hepimiz Hz.Allah'ın yazdığı senaryonun bir parçasıyız aslında. Bu, bir senaristin karakterlerine "kendilerini oynama" özelliği yükleyip sinema dünyasına salması gibi bir şey... Allah, herkese birer irade-i cüziyye verip, tercih hakkını tanıyıp dünyaya yollamış. İşte bu imtihanın özüdür.

"Bakalım, benim istediğim gibi yaşayacak mı?"

İtiraz hakkı tanımamış Hz.Allah... Kula, "Ey Allah'ım, beni niye böyle, bu şekilde yarattın, niye benim başıma böyle şeyler geldi?" deme fırsatı vermemiş... Çünkü, tercih hakkını bize bahşetmiş... "Bak kulum! Şunu yaparsan şu olur, bunu yaparsan bu olur... İstediğini seç... Bana isyan etme... Ne ekersen onu biçersin"...

Nankörüz biz...

Hem kendimiz seçiyoruz, hem de suçu (haşa) Allah'a atıyoruz... Kaderimize isyan ediyoruz belki...

Eskiden Hugo ve Tolga Abi vardı... Oyuna başlarken o kendine has tarzıyla "Ve hugo, parmaklarınızın ucunda..." derdi Tolga Abi... Aynı öyle... Her şey parmaklarımızın ucunda... Ama parmak hareketi gibi basit devinimler bile beynin ne kadar muazzam yaratıldığının göstergesidir. Küçümsediğimiz basit hareketler beynin çalışmasındaki uluvviyeti bize anlatmak için vardır. Ama parmağını oynatmaya cesaretin yoksa bitmişsin demektir.

****

Su çekildi, göründü sanki zamanın dibi
Korkuyorum bu akşam kıyamet varmış gibi

demiş Necip Fazıl... Ve eklemiş...

Bir cümbüştür kopsa da gece, yakamozlarda
Münzevi balıklarız ayrı kavanozlarda

Bazı duygular vardır... Kıyameti beklemek gibi... O kadar beklediler gerçekçi olmayan kıyameti... Kopmayacağını herkes biliyordu. Kimseyi etkilemedi, herkes ağzının kenarıyla güldü geçti.

Ya gerçekten kopacak olsaydı...

Sabahleyin kıyametin kopacağını gerçekten biliyor olsaydık?

Ya da klasik Amerikan filmlerindeki gibi yaşadığımız şehire 2 saat sonra şehrin 4 katı büyüklüğünde bir göktaşı düşecek olsaydı? Ve kaçacak bir yerimizin olmadığından emin olsaydık? O göktaşını nasıl beklerdik?
Ne hissederdik?

Ya da Yahudi Zulmünde, kampta öleceği günü bekleyen insanlar acaba ne gibi şeyler hissetmişti?

Ya da idam mahkumları, sehpaya ilk adımını atarken neler hissettiler? İlmek boğazından geçip sehpanın tekmelenmesini nasıl beklediler? Nasıl takat getirdiler o ana?

O anı beklemek nasıl bir şey? Bile bile yaşamak...

Bugüne kadar hep düşündüm bunları ve şaşırdım o insanlara... İdama dimdik giden adamlara hayran oldum... Yakup Cemil'in kurşuna dizilirken kendi ölüm emrini kendisinin nasıl verdiğine takat getiremiyorum. Ya da sehpasını kendisi tekmeleyenlere...

Ama...

Bunların hepsini çok kısa sürede yaşadım... Kendi ölüm emrimi verdim, sehpamı tekmeledim, ya da 2 saat sonra düşecek göktaşını bekledim, göktaşının gölgesini gördüm... Yaklaştı, yaklaştı... Etraf karardı iyice... En sonunda büyük bir aydınlık... Sağır eden bir gürültü... Sonra...

Sonrası kapkara....

Geçmişte yaşanmış olayların, fitnelerin bedelini ödüyor insanoğlu... Bu fitneler bile imtihandır... Bakalım araları bozulacak mı diye imtihanıydı Hz. Allah'ın... Ama kaybettiler... Fitne kazandı... Sonra... Fitnenin taraflarına mensup insanlar acı çektiler senelerce...

Hala çekiyorlar...

Hiçbirimizin, isyana hakkı yok...

Her şeyi biz tercih ettik...

Elimizle yaptığımızı, ayağımızla geri tekmeledik...

Masumuz...

Suçluyuz...

Her şeyiz...

Doluyuz...

Bomboşuz...

Hiçiz...

...



17 Aralık 2012 Pazartesi

CAN DÜNDAR'dan...

Hiç iki kişilik beyninle yarım insan olabildin mi?
Baktığında aynana sadece yüzünün bir yarısını gördüğün
oldu mu hiç?
Sana hayatındaki en büyük yoksunluğu yaşatandan
nefret edemediğin zamanlar oldu mu hiç?
Gözünün içine baka baka kolunu, bacağını kesen bir insanın yüzüne
sevgi dolu bir gülümseme ile bakabildiğin zamanlar
oldu mu hiç?
Hayatta inandığın bütün değerlerini altüst eden birisine
aşk şiirleri yazabildin mi?
Onu içinde korumanın seni yok etmek olduğu zamanlara
feda oldun mu hiç?
İçinde ağlayan çocuğa umut şarkıları söyleyemediğin,
özlemini,
susuzluğunu,
açlığını gideremediğin zamanlar oldu mu hiç?
Kanayan yarasını gördüğün,
ama merhem olamadığın zamanlar.
Gücünün,
hani o tanrısal gücünün,
bir çocuğun ağlamasını susturamayacak kadar olduğunu
gördüğün zamanlar
oldu mu hiç?
Hiiiiiiiç…
Hiiç…
hiç…
bir hiç…

NO COMMENT


10 Aralık 2012 Pazartesi

BİLİNENE YARI KAPALI MEKTUP

Sevgili(m) X

Mektubunu aldım. Zarfın içinden çıkan kurumuş siyah gül yaprağının ne ifade ettiğin ise çözemedim. Senin değişik ifade ediş tarzlarından biri olsa gerek. Neyse...

Sevgili(m) X

Evet... Kabul ediyorum... Ben bir muammayım. Soruyorsun ya; "Nasıl bir şeyiz lan biz?" diye... Ben henüz kendimin ne olduğunu çözememişken bir de işin içine seni katıp nasıl "biz" kavramını düşünebilirim ki? Benim önce kendi içimdeki hassasiyetleri, uzun vadeli kriz odaklarını aşıp sana gelmem gerekmeli bence. Yoksa sen yalnız kalırsın Sevgili(m) X... "Zaten yalnızım" deme sakın... Çünkü... Neyse... Söylemek istemiyorum...

Ama sadece şunu bilmeni istiyorum...

Her insan senin gibi duygularını net ifade edemeyebilir. Sosyal hayatta dobralığıyla ün yapmış birinin kendi içinde dışa vurmadığı savaşları olabilir. Herkesin dışı içini yansıtacak diye bir şey yok. Ben sadece kendime çok hakim olabildiğimi düşünüyorum. Aslında amacıma ulaştım. Lakin senin gözünden kaçmadığını da biliyorum. Beni bir "muamma" ya da "sis bulutu" olarak tanımlaman bile benim amacıma ulaştığımı senin de bunu fark ettiğini gösterir. 

Sana yemin ederim, elimden gelen en fazla bu...

Senin her acı çektiğin gün ben daha büyük acılar çekiyorum. Karşıma çıkan ikilemler ve iki yoldan birini tercih etme durumları artık yaşımın karesini bile katlamış durumda. Bu yaşta bu kadar çelişki yaşamak bünyeme ağır geliyor artık... Taşıyamıyorum... Güçlü bir insan gibi gözüküyorum ama aslında korkağın tekiyim. Bu güçlü gözükmem belki de seni hep umutlandırdı. "Gözü kara, her şeyin üstesinden geliyorsa bunun da üstesinden gelir" diye düşünüyorsun ama yanılıyorsun. Gözüm senin hissettiğin kadar kara olsaydı şu an bu mektuplaşmalarımız olmayacaktı. Daha mutlu ve güzel meseleleri tartışıyor olacaktık. Vitrini nereye koyalım, kütüphaneyi nereye yaptıralım gibi... 

Daha fazla devam edemeyeceğim...

Sevgili(m) X...

Üzgünüm... Tek diyebileceğim bu... Sadece üzgünüm... 

Beni affet...

:(

Y...


NOT: Yazmak istiyorsan tekrardan yaz... İçinden ne gelirse... Fütursuzca... Kabul...

3 Aralık 2012 Pazartesi

BİLİNMEYENE YARI AÇIK MEKTUP

Gönderen: X
Gönd. Adres: Bilinmezler Mah. Muamma Cad. Kültürel Tabu Sok. Kayıp Ses Apt. No:25 

Alıcı: Y
Alıcı Adres:Bilinmezler Mah. Muamma Cad. Kültürel Tabu Sok. Kayıp Ses Apt. No:25 


Sevgili(m) Y 

Bu mektubu sana çok yakınlardan yazıyorum. Bir nefes kadar yakından... Hatta verdiğin nefesin içine diğer nefeslerin karışmasına fırsat vermeyecek bir yakınlıktan bile bahsediyor olabilirim. "Bu kadar yakınken mektuba ne hacet?" diyebilirsin. Ama bazen iki sevgilinin elleri arasındaki mesafe fiziken 10 cm olmasına rağmen sevgililer için dünyanın en uzun mesafesidir ve bazen yakın olmak, aslında uzak olmak demektir. İnsan hayatında yakınlaştıkça uzaklaşılan dönemler olabilir. Önemli olan uzaklaştığını fark edebilmektir.

Ahmet Mithat Efendi, JÖN TÜRK isimli romanına kitabın kadın karakteri Ceylan'ın şu sözüyle başlar:

"Tam bir muammasınız Nurullah Bey..." 

Evet... Sen de aynı Nurullah Bey gibi "Tam bir muamma" olabilirsin. Ama itiraf etmeliyim ki Ceylan da en az Nurullah kadar "muamma"dır. Yani biz, işin özünde bir muammadan oluşuyoruz... 

Biz neyiz sevgili(m) Y... 

Neyiz biz?

Biz nasıl bir muammanın ürünüyüz?

Özümüz ne?

Kaç bilinmeyenli bir denklemin kaçıncı bilinmeyeniyiz?

Hangi iksirin hangi bileşenleriyiz?

Üstünde nereye gittiği yazmayan şehirler arası bir otobüs müyüz acaba?

Ya da kapısı sonsuza kadar kilitlenmiş bir odanın tozlu zemininden mi ibaretiz?

Sahra çölündeki hangi kum tanesinin altındayız? Bizi kim bulacak?

Bu nasıl bir yaşam tarzıdır?

En karmaşık bir cinayet soruşturmasıyla, baklava çalmadan sebep bir hırsızlık vakasının arasında mıyız?

Bizi hangi polis aydınlatacak? Hangi devletin neresine sığınacağız? 

Hangi imanın, nerden türediği belli olmayan batıl inançlarıyız biz?

Hangi kibritçi bizim kökümüze kibrit suyu dökmüş de bu hale gelmişiz?

Sana da saçma gelmiyor mu?

Hangi süper-komik fıkradan fırlamış karakterleriz ki biz hiç bir sonu belli olan hikayeye kahraman olamıyoruz?

Franz Kafka'nın "Milena'ya Mektuplar" kitabına niye özeniyor olabilirim ki? 

Nasıl bir şeyiz lan biz?

Ben sana her şeye rağmen deli gibi aşıkken, üstelik bunu adının Y olması kadar kesin biliyorken, senin hala "canım arkadaşım" modunda nasıl olduğuna şaşmıyor musun? Buna nasıl takat getirebiliyorsun? Söylediğin bir sözün ya da attığın bir bakışın karşındaki mantıksız bünyede olumlu ya da olumsuz nelere yol açabileceğini nasıl bilemezsin? Gözlerimin içine içine nasıl bakabiliyorsun? Tanımsız güzellikteki gözlerin benim gözümde yaşanan sancıları nasıl tanımlayamaz? Tanımladığını farz etsek bile bunu nasıl hiç belli etmez? O taşıdıklarının göz olduğuna emin misin? Sana yemin ediyorum dünyada yaşanan en saçma olayın içindeyiz... Zeka parıltısı taşımayan Türk dizileri gibiyiz aynı. Yok böyle bir dünya sevgili(m) Y... Olamaz da... 

Her şeye varım... Her şeye saygılıyım... İnsan hür bir varlıktır. Hayatta istemeyeceği ya da mantığının izin vermediği şeyler de olabilir. Haklısın... Ama bu çok farklı bir şey...

Bence sen hala net değilsin sevgili(m) Y... Gözün gözü görmediği bir sis bulutu halindesin... Muammasın sen...  Ben de öyleyim... "Gitmek mi zor, kalmak mı zor?" şarkısını dinleyerek sabaha kadar içen meyhane adamları gibiyiz. 

Affet... Belki mantıksız oluşumdan kaynaklıdır. Ama bir şekilde bu yaşananlar sığmıyor beynime... Beyinsizim belki... Fakat ben hala taşları oturtamadım... 

O yüzden beni suçlama... Bu muammayı çözmeye çalışırken seni kıracak sorular soruyorsam özür dilerim.

Vereceğin cevaba göre tekrar konuşalım bu mevzuyu sevgili(m) Y...

Şimdilik bu kadar, bana yazmayı ihmal etme... 

Hoşçakal....

(Parantez içindeki m harfi için de tekrar özür dilerim) 

X...