11 Aralık 2011 Pazar

ENTERESAN AŞK -3

Yaşayamamışlığın verdiği eziyeti sürekli sırtlarında taşıyan özde sevgililer için hayat çakilmez bir hal almaya başlamıştı artık. Muhabbetlerinde belli patlama noktları yaşanıyor ve sonra eskisinden daha aşağı seviyelere, kabuğuna çekiliyordu. Bunun tek sebebi yaşayamamaktı. Hiç tanınmadıkları ve hiç bulunmadıkları yerlere gitme hayali kuruyorlardı. Gerçekleşmeyeceğini bile bile üstelik... Ama gözlerinin arasında yaşanan o telepatik hisler kaybolmamıştı. Bakışmaları hala tazeliğin koruyordu. İçsel bazı dürtüler dışında her şey yolundaydı.

Ama gün geldi...

Sular yokuş yukarı akmaya durdu. Uzaktan baktıklarında sonsuza kadar çalışalar bile aşamayacakları engeller çıkmaya başladı karşılarına. Engelleri konuştukça ve çözüm yolu aradıkça kapılar kendine ekstradan birer kilit daha vuruyor, kız maviliğini, erkek siyahlığını kaybediyordu. Ruhlarının gücüne giden tek bir şey vardı: Birbirlerine olan aşkları zerre kadar eksilmediği halde ufuk çizgisinin görünmeyecek derecede karanlıklaşması ve geleceğe tutunsun diye atılan halatların düğüm düğüm körleşmesiydi. Çaresizliği iliklerine kadar yaşıyor, kanlarının uyuştuğunu hissediyorlardı. Korku, korkmak, endişe, karamsarlık gibi kelimeler tertemiz lügatlarını kirletmişti.

Sadakat silgisininbile silemeyeceği lekelerle doluyordu defterleri... Birbirlerine eskisi kadar uzun uzun bakamıyorlardı. Gönüllerine kurulan barikat midelerini bulandırıyordu. Yapacak bir şeyleri olmayışıydı morallerini bozan. Birbirlerine kalplerindeki kırıklığı hissttirmemek için öyle çaba sarf ediyorlardı ki dışarıdan bakan biri aralarında huzursuzluk olduğunu hissedebilirdi. Her daim neşeli ve cıvıl cıvıl sohbetleri yerini gözyaşlarını gizlemek için sık sık lavaboya kaçmalara bıraktı. O da sırf yanındakini üzmemek için... Ağlamayı gururuna yedirememek gibi saf dışı duygulara yer yoktu sevgilerinde.

Boğazlarına kocaman bir gemici düğümü atılmış gibiydiler. Yutkundukça iç acıtan duygular dolanmıştı gözlerine. Erkek artık kızın olağan dışı güzellikteki gözlerine bakamıyordu. Çünkü ikisinin de gözlerine her an patlayacakmış gibi titreyen birer gözyaşı volkanı çökmüştü....Tetikte...

Hep bir "Ya şimdi ne olacak?" sorusu zihinlerini kaplıyordu. Gelecek geçmişe ket vurmuştu. Yaşananlardan çok yaşanamayanlar ve yaşanamayacaklarla meşguldüler. Sanki aşkları dün başlamış bugün bitmiş gibi damaklarında umutsuz bir lezzet duyuyorlardı. Sonsuza kadar yarım kalacak bir lezzet...  Bir gün biteceğeni biliyorlar ama duygularını bastırarak, sanki hiç bir şey olmamış gibi davranmaya çalışıyorlardı.

O günü bekliyorlardı, sessiz, hissiz.....

Ve...

O gün geldi...

Birbirlerine hep söyledikleri o duvağı açılmamış sevgi sözcüklerini ayrılık mesajlarının sonuna iliştirerek görüşmeme kararı aldılar aşktan tutuşarak...

Sonu zaten karanlık olan aşk yolundan, daha karanlık olan bir yola çevirdiler rotalarını. Ama pusula hala birbirlerini gösteriyordu.

Bu bir ayrılık değil, salt bir duygu bastırma süreciydi ve ikisi de bunun farkındaydı....

O gün bugündür hala bu süreci pervasızca yaşıyorlar... Savaşmak ile savaşmamak, çekip gitmek ile gemileri yakmak arasında sürekli gel-git içindeler... Karanlık bir odanın anahtar deliğinden sızan minik bir ışık huzmesini andıran koca ümit dalgası vardı içlerinde bir yerde...

Ama...

"Ümit, kötülüklerin en kötüsüdür. Çünkü işkenceyi uzatır. Beni öldürmeyen şey daha güçlü kılar."

sözü Nietchize tarafından söyleneli yıllar olmasına rağmen hala geçerliliğini korumakta...

Bu enteresan aşkın sonu hiç bir zaman olmayacak Azalmadan artarak, acıtarak büyüyecek...  Yılmaz Erdoğan'ın dediği gibi


"Anladım ki ağaçlar, toprağa acı verdikçe büyüyorlar"

Bu aşk da sonsuza kadar rahat bırakmayan bir hastalık ya da son nefeste insanı kandırmaya çalışan bir şeytan gibi hep tepelerinde olacak...

Onlar da kimi zaman tebessüm, kimi zaman öfkeyle eskiden olduğu gibi aynı anda birbirlerini düşünecekler farklı şehirlerde...



Siz ne derseniz deyin ama onlar buna "KADER" diyorlar...

THE END


A.S

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder