22 Temmuz 2012 Pazar

Kayığın Kıyıya Karşı Kanısı

Ölümden zor günlerden biriydi. Yaşamaya çalışıyordum sadece... Hayata dair herhangi bir dala tutunamayaşımdan dolayı, doğaya dair dallara tutunmak adına iniyordum sahile.. Hayat ve doğa iç içe gibi görünseler de aslında farklıdırlar. Hayat, ölümü; doğa, yaşamı hatırlatır. Deniz dibi yerlerde aldığım nefesleri ciğerlerimin dibine çekmeyi seviyordum. Çünkü orada alınan her nefes daha değerliymiş gibi geliyodu. Belki de ben hatalıydım... Olur olmaz şeylere anlamsız anlamlar yükleyerek, nesneyi mecraanın dışına taşırıyor; ona bu dünyanın değil de çok daha mistik rüyaların ögesiymiş gibi muamele yapıyodum belki... Olsun, yaptığım bu davranış neticede nesnenin aslını ve suretini bozmuyordu. Sadece bendeki görüntüsü, içime yansırken saçtığı ışıklarda farklılık gösteriyordu.

Ne var bunda? İnsan kendisine değenleri içselleştiremez mi?

Peki bunu değdiğin nesneye sordun mu? İzin aldın mı?

Hayır...

Her nesne herkesin içinde aynı şeylere yol açacak diye bir şey yok ki?

Bunun ne önemi var ki? Değilen nesne, kendisine değildiğini farketmiyorsa sorun yoktur... Velev ki farketsin. Bundan nesneye ne?


Deniz sakindi... Ayakkabılarımı ve çoraplarımı çıkarıp elime alarak devam ettim kumsalde yürümeye... İlerde bir hareketlilik vardı. Bir amca gümüşten bozma ahşaptan yapılmış, pırıl pırıl bir kayığı denize doğru sürüklemeye çalışıyordu. Kendime çok az vakit ayırırdım bu şekilde. Kayık ve kayıkçının hikayesi ilgi çekebilirdi. Çekmese bile kaybedecek bir şey yoktu. Güneşin batmasını izlemek için gelmiştim zaten. Daha çok var...

Kumları eze eze amcanın yanına koştum. Amcanın yüzüyle ve elleri arasındaki fark dikkatimi çekti önce. Ellerine sinmiş o eski günlerden, yüzüne hiçbir şey bulaştırmamyı becermişti. Simsiyah gözlerinde pazardan yeni aldığı bir oyuncakla bir an önce oynamak için sabırsızlıkla annesini dürten çocuğun rehaveti vardı. Bir kaç küçük hamleden sonra kayığı tam denizin dibine, güneşten kurtulma anını hatırlatan ıslak kumlara kadar çektik.

- Sağol birader...

Birader mi? Birader demesinden ziyade amcadaki ses daha enteresandı. Dümdüz bir zeminde kayan su gibi dupduruydu. Bu aslında amcanın ruh aynasından başka bir şey değildi. Ciğerlerindeki hava nasıl hiç bir engele takılmadan pürüzsüzce sese, harflere dönüşüyorsa bence kesin içindeki duygular da herhangi bir engele takılmadan hayat buluyordur kırışmış ve esmerleşmiş teninde.

- Güzel mi?

- Niye parlıyor?

- Boyadım...

- Ahşabın kendisinden değil yani?

- Değil... Ahşap ne kadar kötü olursa olsun, biraz cilalarsın, kimse cilanın bir milimetre altındaki çirkinliği fark etmez bile... Kimsenin aklına bile gelmez bakmak...

- Ama ben farkettim...

- Ben de seni bekliyordum zaten...

Kaşlarım kendiliğinden çatıldı. İçimde türettğim "Nasıl yani" sorusunu soramadan amca devam etti...

- Geleceğini söylediler. Ben de kayığı o yüzden çıkardım zaten buraya kadar. Yoksa uğraşmam....

- Kim söyledi?

- Olmadı ama şimdi... Bana senin yüzeysellikten ziyade içsel takıldığını, görünenin aslında ortada görünmeyen tarafından oluşturulduğuna inanan biri olduğunu söylemişlerdi. Böyle biri, bu soru karşısında "Kim söyledi?" demez...

Kayığın parlak zeminini tozlu mu değil mi diye yokladıktan sonra oturdum köşesine yavaşça... Ya tansiyonum, ya da şekerim düşmüştü. Zaten hiçbir zaman hangisinin düşüp hangisinin çıktığını anlayamadım. Alt dudağımda yorgun bir titreme başladı. Kanım çekiliyor gibiydi... Amca gözlerini dikmiş bana bakıyordu. Beni yüzeysellikle ve basitlikle suçlamıştı. Denizde hafiten başlayan dalganın hışırdayan sesiyle kendime geldim. İçsel mekanizmalarımı amcanın entelektüel bünyesine göre senkronize edecektim. Mod değiştiriyordum. Artık amcanın sorularına ve iğneleyici laflarına hazır hale gelmeliydim. Derin bir nefes aldıktan sonra kendimi savunmaya geçtim:

- Doğru... Demez... Klişe bir laf vardır. "Benim için şahıslar değil, sistem önemlidir" diye. Benim için şahıslar çok önemli... Çünkü ben merhametin, kanaatin, itaatin, itidalin reçel yapılan tencerelerinde piştim. Şahısları elimin tersine layık görecek kadar, ya da onları bulundukları seviyeden aşağıda görecek kadar küçülmedim henüz...Sistemi de kuran şahıslardır çünkü... Her şeyden önce insandır. O yüzden sordum "Kim söyledi?" diye... Onları ne kadar iyi tanırsam, işin görünmeyen yüzünü o kadar iyi idrak ederim.

- Güzel... Bana anlattıkları gibi olmaya başlıyorsun... Ama yetmez... Emin ol yetmez...

- Ne istiyorsun? Ne duymaya geldin, ne duydun?

- Sana bir kaç soru soracağım?

- Sor...

- Sence bu kayık, gölün karşı kıyısına geçer mi?

Çok basit bir soruydu. Karşı kıyıya baktım.

- Geçer...

- Emin misin?

- Bİlmiyorum, geçer herhalde?

Amcanın gözünde bir ışıltı belirdi. Bilmiş bir tavırla ve bir şeyler keşfetmenin heyecanıyla kaşlarını kaldırdı, gülümsedi...

- Gördün mü?

- Neyi?

- İlk sorduğumda kendinden çok emin bir şekilde "geçer" dedin. Ama ben sanki geçemezmiş gibi "emin misin" diye sorduğumda, tereddüt içinde kaldın. Niye kararını değiştirdin?

- Kayığı sen benden daha iyi tanıyorsun...

- Yani sen tanımıyorsun değil mi?

- Evet...

- O zaman tanımadığın bir kayık hakkında nasıl bir anda "geçer" ifadesini kullandın?

- Kayık çok modern gözüküyor çünkü...

- Gözükebilir...

- İyi de bunu her şeyde uygulayamayız ki? Bu söylediklerini hayata nasıl adapte edeceğim ki ben?

- Her şeyde uygulayamazsın... Ama bazı yerlerde bu zincire muhtaç kalırsın... Demek istediğim şu:

Kayığa binmeden onun seni karşı kıyıya geçirip geçiremeyeceğini bilemezsin... 

- Gel bak... Sana ne göstereceğim...

Amca, kayığın arka tarafına yürüdü ve eğildi. Eliye yokladığı yerde kocaman bir boşluk vardı.

- Gördün mü? Kayık buradan su alır...

Gözünde yine aynı ışıltı belirdi... Bir cevap bekliyordu belli ki... Acaba ne diyecek bakışıydı bu...

- O zaman karşıya geçemem bu kayıkla...

Amca gülmeye başladı...

- Beklediğim ve hatta ulaşmaya çalıştığım hatalı cevap buydu işte...

- Nasıl yani?

- Önyargılarının ve içten pazarlık yaptığın tezgahların kurbanı oldun... Çok fazla matematiksel kurgulama yaptın beyninde... Halbuki buna gerek yok... Karşı kıyıya geçmek için buraya gelseydin ne yapardın?

- Önce kayığı kontrol ederdim. Sağlam mı diye...Muhtemelen bu deliği fark eder ve vazgeçerdim...

Amca bu sefer kahkaha atmaya başladı... Sebepsiz gülenden, içinde zeka parıltısı olmayan laflardan nefret ederim.

- Sana bir şey söyliyeyim mi? Kayığın arkasındaki bu deliği ancak profosyoneller görebilir... Senin görmen imkansız... Devam edelim... Deliği görmediğini farzedelim. Kayığa bindin ve kürek çekmeye başladın. Ama tam yolun ortasında kayığın su aldığını gördün... Ne yapacaksın?

- Geri dönerim...

- Vazgeçeceksin yani...

- Ölmekten iyidir...

- Ölmek vazgeçmekten daha iyidir aslında ama neyse, konu o değil... Geri dönmeye gerçekten karar verir miydin?

- Ne yapmalıyım ki?

- Az önce nasıl kayığın altındaki deliği sadece profosyoneller farkedebiliyorsa, burda da profosyonel bakış açısına ihtiyaç var.

- Nasıl?

- Kayıktaki o delik, aslında o kadar önemsiz ki, sen karşı kıyıya geçene kadar kayık su almaz bile... Yani çok önemsiz bir delik... Seni karşı kıyıya götürür, hatta geri getirir. Ama kayığı yeterince tanımıyor olman, hatta altında gördüğün küçücük delikten yola çıkarak onun seni asla karşıya geçiremeyeceği fikrine ulaşman karşı kıyıya geçmene engel oldu. Ayrıca, hasarlı olan sadece kayık değil. Sensin de...

- Ne demek bu?

- Belki sen kürekleri iyi çekemeyeceksin, belki kollarına kramp girecek ve yavaş kalacaksın. Yavaşlayınca kayık daha çabuk su alacak... Bu ihtimaller de var. Ama bunlar tamamen senin karşı kıyıya ulaşmayı ne kadar çok istediğinle ilgili değişken hususlar. Ne kadar istersen, o kadar varsın...

- Peki... Ben sana bir şey sorayım?

- Tabi ki...

- Ben hayatımda bu kayığı ilk kez görmüş biri olarak, bahsettiğiniz profosyonel bakış açısına nasıl sahip olabilirim ki? Ben hayatımda hiç kayığa binmedim mesela. Dolayısıyla kayığın altında gördüğüm küçücük delik beni bu işten vazgeçmeye itecektir muhtemelen. Doğal olan bu değil midir? Kaldı ki, kayığı bu haliyle kabul edip, tedirginlikle, tereddütle, acaba batacak mı korkusuyla kıyıya ulaşmaktansa daha rahat ve garanti bir kayık kullanmak daha mantıklı değil mi? Niye yolculuğumu berbat edeyim ki?

- Deliği görmen imkansız ama... Deliğin olduğunu yolun ortasına anlayacaksın muhtemelen... Ama zamanla deliğin tehlikesiz olduğunu farkedeceksin... Eğer farkettiğinde dönüş yoluna geçtiysen pişmanlığa kendini hazırla... Ama deliğe rağmen kıyıya doğru kürek çekersen bambaşka dünyalara yelken açacağın bambaşka limanlara gideceksin... Tamamen yabancı, tanımadığın, alışık olmadığın bir dünya... Belki yaptıklarının karşılığını başka yerlerde, başka zaman ve mekanlarda alacağın, dışardan bakıldığında kapkara, ama özünü yaşadığında tertemiz bir dünya... Sana değer veren, yargılamayan, sorgulamayan insanlardan kurulu ve sadece yaptığın kadarla ödüllendirileceğin dışardan ilkel, içerden elit görünen bir dünya... Tabi bunlar varsayım... Tam aksi de olabilir. Ama daha karşı kıyıya geçip de pişman olanına rastlamadım. Sadece kayık su aldığı için geri dönenlerin pişmanlıklarını gizlemek için nereyi ve kimi suçlayacağını şaşırdıklarına şahit oldum ve üzüldüm haliyle...

Amca yine, arkasından bir cevap bekleyecek ya da beni hataya, istediği yöne sürükleyecek bir söz söylemek üzere jest ve mimiklerini hazırladı...

- Ama kayık çok güzel gözüküyor, değil mi?

- Olabilir... Beni karşıya rahat ve huzurlu bir şekilde geçirmeyecekse ne önemi var ki bunun?

Amca gülümsedi...

- Ya sahilde başka kayık yoksa?

Bir anda durdum... Az önce aklıma sağnak halinde yağan cümleler bir anda kesildi. Bu imkansız... Atıldım hemen...

- İmkansız... Her sahilde birden fazla kayık vardır hatta içlerinde beni taşımaya layık olanları bile vardır.

- Her kayığın altında delik yoktur elbet... Ama o deliğe tekabül edecek bir eksiği mutlaka vardır. Ya da sana açık konuşayım. Az önce bahsettiğim o güzel limanlara ancak böyle kayıklarla gidilir... Yoksa o limanların ve limanın ait olduğu büyülü dünyaların hiçbir önemi kalmaz...

- İyi de benim o güzel dünyalara gitmek istediğimi kim söyledi? Ben istemiyorum belki...

- Aslında herkesten çok istiyorsun... Ama sadece istiyorsun... İstediğini yapmana içeride bir şeyler engel oluyor. O engeli kaldırdığında görüntü netleşecek.

- Nasıl kalkacak o engel?

- Şeffaflaştığında... Gözüne inen perdeyi, şeffaflık iksirinin kaynadığı altın kazanlara batırarak şeffaflaştırabilir, hatta tamamen kaldırabilirsin ancak...

- İyi de, söylediklerin hep bir "nasıl" sorusunu beraberinde getiriyor...

- O zaman bir yerden başlamak zorundasın...

- Nerden?

Amca saatine baktı...

- Vakit tamam... Tekrar çağırılacaksın... Şimdilik bu kadar yeter... Merak etme, "Unutma" diye başlayan son sözler söylemeyeceğim.

Güldük...

Kayığı tekrardan çıkardığı yere doğru sürüklemeye başladı ve gözden kayboldu. Güneş batmıştı. Her şeye koşup, hiçbir şeye yetişememek...

Tekrar geleceğim...

(devamı gelir)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder