21 Eylül 2012 Cuma

EFTEN PÜFTEN ENSTANTANELİK SAÇMALAMACALAR

NOT: Bu yazılar arşivden çıkarılmış yazılardır ve en yenisi 2009 tarihine aittir. Peh! Bayağı olmuş... Mizah dergilerine abone olduğum ve haftada 4 mizah dergisini su gibi içtiğim zamanlardı.  Tey tey tey! Çok da kötülermiş be... Ama güzel yani... Yazarken hissettiğin heyecanı hatırlamak bile güzel...

**************

Mağazada gömlek bakıyorum... Yanımda da bir genç var, gömlek karıştırıyor. Bayan tezgahtar gelince sordu:

GENÇ : Bunun bayan için olanı yok mu?

TEZGAHTAR : Bunlar UNİSEX beyefendi...

GENÇ : Nasıl?

TEZGAHTAR : Yani hem erkek, hem kadın giyebiliyor...

GENÇ : Haa.. Öyleeee.. Tamam...


Ne anladıysa artık hayvan UNİSEX deyince...




***********




Ayna hadisesi gibi bir olay daha geldi başıma...

Güneş gözlüğü alıcam. Ama çok pahalı bir şey alacak durumda değilim. Yani zaten fazla da takmıyorum, şöyle orta karar, 60-70 liralık bir şey istiyorum. (Biliyorum dandik oluyo ama napiim, para yok)

Ama çok da gururluyum ha... Öyle dükkana girip de "60-70 liralık gözükler ne tarafta abi" diyemem... Çok marifetmiş gibi...

Neyse girdim optiğe... Dedim ben güneş gözlüğü alıcam...

OPTİK : Tabi efendim...

(Kadın koca bi tezgah açtı önüme)

MAHİRBEY : Fiyatları ne onların?

OPTİK : 400 liradan başlıyor, 1.5 milyara kadar değişiyor...

Benim boğazımdan aşağıya bi şey indi... ...Hava da sıcak, şöyle bi yutkundum... 60 lira nere, 400 nere... E 400 liralık gözlüğün satıldığı yere "60 liralık yok mu" diye de sorulmaz... 

Hiç bozuntuya vermeden 2-3 tane gözlük denedim filan böyle. Yüzüme de öyle bir ifade takınmışım ki;

"Hıh! Senin 400 liralık dandik gözlüğüne mi kaldık. Ben daha iyilerini istiyorum" 

tarzı bi cümle kurmam an meselesi... O derece... Optik teyze de öyle bir bakıyor ki, sanki birazdan siyah limuzin kapıya yanaşacak ve beni alıp gidecek. 

Sonra sırıta sırıta çıktım dükkandan...

Manyaklık işte...


******




Bizim oraya börekçi açıldı... Camında "EVLERE PAKET SERVİSİ YAPILIR" yazıyodu... Nası yani?

- Zıırrrnnnggg...

- Kim o?

- Tosbağa Börek...

- Buyrun

- Paket servisi vardı onu getirdim.

- Sağolunn.. Aaa... Ama bu boş...

- Ya ne? Süpriz yumurta mı lan bu içinden bi şey çıksın?

- Nası ya?

- Kardeşim peket servisi yazıyo kapıda... Paketin içinde bir şey olacağını kim söyledi...

- Hönk!!

- Yaaa!!! Öyle çamaşır suyuna yatırılmış bukalemun gibi rengin solar... Hadi kapat kapıyı...


Onun yerine SİPARİŞ ALINIR tarzı bi şey yazsaymış daha iyiymiş...



*****




Yav arkadaş ben anlamıyorum. Bu futbolcular kitap okuyorlar mı? Sanmıyorum. Yoksa basın açıklamalarını hepsi aynı sınıftan mezun olmuş ilkokul çocukları gibi yapmazlardı. Bu ne lan!!!

Yav biri de farklı bir şey desin yaaaa... Deliricem resmen...


Ben tespit ettim... Hepsi aynı cümleleri kullanıyorlar...

- Valla zor maç oldu... İlk yarıda biraz kötüydük ama ikinci yarı toparlandık. Rakip de güçlüydü. 3 puan aldık, mutluyuz. Önümüzdeki maçlara bakıcaz artık...

Tabi... Bi kere cümle kesinlikle "Valla" ile başlamalı... O "Valla" olmadı mı cümle kuramıyorlar...

MUHABİR: Ercan neler diyorsun maç hakkında? Ama sakın Valla deme...

ERCAN : ......??X%&^..........

MUHABİR: Konuşsana Ercan...

ERCAN : Mmmm...Hımm...mmMMM...

MUHABİR : Tamam Valla de o zaman...

ERCAN : VALLAAAA.... Ohhh... Püfff..Fiiuuvvv... Aman abi gözünü seveyim yapma öyle şeyler... Futbolcuğum yanacak VALLAA....


Yeminle söylüyorum... Saydım... Sivaslı futbolcuların yedi tanesiyle röportaj yaptılar. Altı tanesi klasik cümlenin %80 lik kısmını kullandı. (1)

Ya ben korkuyorum ya... Yoksa bu adamların hayat görüşleri de mi bu kadar dar... Yanılmak istiyorum bu konuda... 

Türkiye'de futbol felsefesi yapan adam görmedim daha. Biraz Fatih hoca ile Ersun hoca anlıyo bu işten ama onlar da çok agresifler... 

Buradan futbolculara soruyorum...

-Kitap okuyun kitap... "Tonton Ali Kireç Kuyusunda" , "Cin Ali Kızlar Tuvaletinde" kitapları bile olsa okuyun lan okuyun... Konuşmayı öğrenin biraz... 

(1) O kelek muhabir de hala devam ediyo Sivaslı futbolculara soru sormaya... Kardeşim hepsi aynı şeyleri diyo zaten... Al 7 parantezine bitsin gitsin.. Ne sen yorul, ne futbocular rüsva olsun.

7(Valla zor maç oldu....bla bla.hede hödö... kabış gubuş....)



*********



İstanbul'un göbeği... 

Gece 02:17.... 

Bir yerden bi ses geliyo... Sanki biri nara atıyormuş gibi. Ben de 1 saat önce "I AM LEGEND" izlemiş biri olarak haliyle tırsmaya başladım. 

Sadece dinliyorum, fakat sesi ayıramıyorum...

Ne sesi bu saatte...

Her gece inin cinin çift kale turnuva düzenlediği sitede ne sesi çıkabilir?

Camı açıp dinlemeye başladım...

Aman Allah'ım! O ne?

HOROZ sesi bu...

Evet bildiğin horoz...

Nihavend makamından girip Rast makamından çıkan, sonra hemen Hicaz'a geçen, oradan Saba'ya atlayan bağdemciği şişmiş musikişinas bir horoz... 

Mübarek yardırıyo siteyi...Nakarat hep aynı ama makam değişiyo sadece...

Ya biri gerçekten evin içinde horoz besliyo, ya da çılgın bir horoz bütün mahalleyi, siteyi taciz ediyo. Benim bildiğim horoz sabah öter...(Beş vakit öten horoz çıkmış şimdi, 2010 model) 

Demek ki bu horozun zaman ayarı kısa devre yapmış, ya da balataları yanmış bilmiyorum... Mantıksız bir horoz işte...

Sabah evden çıkarken her yere baktım da göremedim kendisini... Halbuki pane harcını hazır ettiydim evde... 

Gerçi arada bir horoz mantaliteli komşular da böyle çılgınlıklar yapabiliyorlar. Gece 4 te üst katta horon tepmek gibi mesela...

İlginç tabi...


GÜNCELLEME: Horozu buldum :) Bizim kapıcı bodrum katına bağlamış.. Ayağından... Yanında da iki tane tavuk var. Sordum kapıcıya şöyle cevap verdi : 

- Eee, minimalist düzlemde bir yumurta üretimi yapmak ve aynı zamanda şehir hayatının kümes hayvanlarının seksapelitesine olan etkilerini gözlemleyebilmek amacıyla küçük bir labarotuvar kurdum denebilir.

- İyi... Allah mübarek etsin...

- Amin....


Hasbinallah... Nelerle uğraşıyoruz ya....



**********






DİNGİL arkadaşımdan inciler...

Kendisi MARKÖR yerine NAMKÖR diyerek yeteneğini bir kez daha kanıtlamıştır...

Bu gidişle sözlük çıkarıcam...

"ANSİKLOPEDİK DİNGİL TELAFFUZLARI VE İMLASI SÖZLÜĞÜ" 

Yazan: Dingil Silindir





*********






4 sene boyunca yurtta kaldım üniversite okurken. Ev arkadaşlığı girişmleri filan çok oldu ama etrafta gördüğüm örenci evleri beni bundan alı koydu. Uğraşmak istemedim en basitinden. 

Yurt hayatı güzeldir ama... Bir tek şey dışında 

ÇAMAŞIR YIKAMAK...

Yurtta her katta lüks çamaşır makinaları ve kurutma makinaları var.. Ama tabi herkes kendi ilgileniyor çamaşırıyla. Zaten başkası ilgilensin istemem. Elin herifinin elinin ne işi var (afedersiniz) benim donumda. 

İşte öyle olunca da uğraştırıyor meret...

Çamaşırı at, 2 saat sonra git kurutmaya at, çıkar, ütüle vs. vs. 

Valla cennet, sırf annelerin bu işi en güzel şekilde yaptıkları için ayakları altında olabilir. 

Aslında bi makine icat edecekler abi... Kirli gömleği atıcan, 5 dk da yıkıycak, kurutacak ütülüyecek.. ve... biraz abartalım giydiricek...

??? %&+^'^+%+.....

Tamam...

Gömlek giydirsin olur da...

İç çamaşırı nolucak?...

Onu da giydirmesin artık canım...

Makine abi bu belli mi olur? Demirle şöyle bi dürtüverdi mi, bütün mekanik aksamlardan kaçarsın valla. Hesap makinesine bile düşman olursun şerefsizim... 

Teknolojiye güven olmaz.

Teknolojik olucam diye fizyolojiyi tırmalatmanın ne gereği var?

Di mi efendim ama? 



******



Eski Türkler acaba bir yerde sıkışıp kalmışlar mı? Yani bizdeki bu "SIKIŞMA" huyu onlardan mı kaldı acaba? Onun için diyorum...

Her yerde SIKIŞIYORUZ arkadaş...


Lokantada SIKIŞIYORUZ

Otobüste SIKIŞIYORUZ

Caddede SIKIŞIYORUZ

Bankada SIKIŞIYORUZ

Alışverişte SIKIŞIYORUZ

Çişimiz geliyo SIKIŞIYORUZ

Hatta tuvalete gidiyoruz, orda da SIKIŞIYORUZ

Evde SIKIŞIYORUZ

Sınıfta SIKIŞIYORUZ

Misafir geliyo koltuğa SIKIŞIYORUZ

Ulan yatakta bile SIKIŞIYORUZ beee...


(Her karı koca yatağın içinde yorgan kavgası yapıyor mu yapmıyor mu?
Yapmıyor diyen karı-koca olamaz... )




*****



(Bu olay komik değil, trajikomiktir. O yüzden bir miktar hüzünle okursanız anlarsınız)


Geçen bir arkadaşımın çalıştığı dershanenin seminerine gittim. Adam zorla çıkarttı beni kürsüye ve mecbur 3-5 dakika konuştum. 

Neyse ara verildiğinde koridora çıktım. Bina çok muazzam... Ortasında kocaman bir galeri boşluğu var, havuz mavuz var binada... 4. katta korkuluklara yaslandım seyrediyorum etrafı... 

Derken yanıma iki tane ÖSS hazırlık öğrencisi geldi. 

ÖĞRENCİ 1: Hocam meraba... Nasssınız?

MAHİRBEY : Sağoluuun... Siz nasılsınız?

ÖĞRENCİ 1: İyiyiz hocam...Bi şey sorcaktık...

MAHİRBEY : Buyrun...

ÖĞRENCİ 2: Hocam hangi üniversite mezunusunuz?

MAHİRBEY : Sakarya Üniversitesi... 

Bunlar şimdi birbirlerine baktılar. Şaşırdılar belli...

ÖĞRENCİ 2: Sakarya? Nerde o?

MAHİRBEY : Adapazarında...

Bunlar şimdi yine birbirlerine baktılar... 

ÖĞRENCİ 1: Adapazarı... Haaa... Orası şey mi? Iııı... Tek başına iktidar mı? 

MAHİRBEY : İktidar? 

ÖĞRENCİ 1: (Diğerine) Neydi lan onun adı? Iııı... Şey ya hocam... 

MAHİRBEY : İl mi demek istiyorsunuz?

ÖĞRENCİ 1: Hah!!! İl il ... İl mi Adapazarı?...



Bundan sonra konuşma bir müddet daha devam etti ama bu sahne gece yatağıma yattığımda kafamın içinde yüzlerce kez REPLAY yaptı... 

Acı bir gerçek yüzüme paçavra gibi vuruldu....

Lise 4 öğrencisi... Adapazarı, Sakarya, İl, İktidar... 

******

Benim dingil bir arkadaşım vardır. Hani şu "Takım Elbise ve Yener Abi" yazısının başrol oyuncusu olan. Severim kendisini. Ama ben bu çocuğa gülmekten ölüyorum. Çünkü bazen zihin damarları tıkanıyor ve kelimeleri bilinçsizce, aşırı komik derecede yanlış telaffuz ediyor. 

İstiklal Caddesine, İSTİKBAL CADDESİ
Ersun Yanal'a, EFSUN YAMAN
Flash Disk'e, FLASHBACK
USB Belleğe, USD BELLEK 

demişliği vardır ve bu deyişleriyle benim nazarımda ün yapmıştır. Tamam... Belki insan bazı şeyleri yanlış telaffuz edebilir. İnsanlığın bir gereğidir. (Ne yani yanlış konuşmayanlar hayvan mı? diyen varsa kendisine eve kadar eşlik etmek isterim) Ama bu kadar da olmaz ki hacı!! Bi de nasıl itiraz ediyor? Düşman başına... "Sen uyduruyosun, ben yanlış söylemem" diyerek de zeytinyağı görevinin hakkını veriyor.

Neyse... 

Üç arkadaş okulun oradaki bir çay ocağına gittik. Hani, caddelerde esnaflara çay dağıtan küçük çay ocakları olur ya, onlardan biri işte. Ve orada genelde ATOM içeriz. ATOM nedir? Sıcak suyun bir çay kaşığı kakao karıştırılmış halidir. Güzeldir, hoştur, tatlıdır. Üç arkadaşız. Ben, nam-ı değer dingil ve bir arkadaş daha. Biz arkadaşla çay içeceğiz, dingil de ATOM içecek. 

Yani 2 ÇAY 1 ATOM sipariş edilmesi gerekiyor...

Tabi ben yine, dingilin yanlış telaffuzlarıyla kafa bulmaktayım ve kendisi de klişe bir tarzda itiraz etmekte. 

DİNGİL : Hayır kardeşim, sen uyduruyosun.
MAHİRBEY: Lan niye uydurayım deli miyim?
DİNGİL: Uyduruyosun. Her şeyi yanlış söylemiyorum.

(Çaycı içeriden seslenir)

ÇAYCI: Gençler ne içiyorsunuz?

DİNGİL: Usta, 2 ÇOY 1 ATAM. 

Ben daha hiç bir şey demiyorum :)


***

Çayla başladık, çayla devam edelim. 

Bugün Kız Kulesinin karşısında bulunan minderli - döşekli açık hava mekana çay içmeye gittik. Garson iki çay getirdi ama iki bardağı birbirine boşaltsan bir bardak çay çıkmaz. Niye? Çünkü kendisi çayları, bardak yerine çay tabağında servis etmeyi seven neşeli bir tipmiş. İlginç dedik, sesimizi çıkarmadık. Ancak aynı olay ikinci serviste de yaşanınca, ben çay tabağındaki çayı tepsiye döküverdim. 

GARSON : Naptın?

MAHİRBEY : Arada bir bardakla da servis yap da, müşteriler kıllanmasın. Hem çay tabağı çayın tadını bozuyo...

Yüzüme dik dik baktı ve gitti... Halbuki çok masumane bir edayla söylemiştim. Sinirlendi galiba...

Enteresan...


***


Ulan nedir benim bu pazar arabalarından çektiğim. Eminim, "Pazar Arabalarından nefret eden 80 trilyar kişi bulabilirim" :)

Özellikle bilinçsiz teyzeler tarafından sürülünce pazar alışverişi işkenceye ya da cinayet soruşturmasına dönüyor resmen. Teyze arkasından bir madde çekeliyor ama, bu madde birinin ayağını ezer mi,
birinin canını yakar mı, bunu pazarın ortasına diksem milletin yolu kapanır mı, insanlar ne der gibi bilumum sorulara da kulağını tıkıyor. Pazar arabası olan teyzeler pazarda birer trafik canavarına dönüşüyorlar. Bence bunun için de Halk Eğitim Merkezleri'nde kurslar açılmalı ve ehliyet verilmeli. 

Buradan senaryo.com'un pazar arabası kullanan bayanlarına sesleniyorum!! Gelin, ben size pazar arabası kursu vereyim. Valla... Sitenin otoparkına imitasyon pazar kurdum, orada isteyenlere pazar arabası kullanmayı öğretiyorum. Üstelik sertifika da veriyorum. Hem de AB uyumlu sertifika. Tabi... Polonya Salı Pazarı'nda da rahat rahat kullanabilesiniz diye... 

Amaaa...

Sizi de pazarda, mutasyona uğramış trafik canavarı edasıyla bulursam ceza yazarım. 65 lira. Bir hafta içinde öderseniz 45 oluyo...

Töbe töbe...


***


Dün durakta otobüs bekliyorum. Beyazıta'a gideceğim. Derken önüme bir şey yanaştı. Ucu bucağı gözükmeyen, körüklü, kırmızı beyaz bi madde. Önünde BEYAZIT yazıyor. Ama otobüs o kadar eski ki... Ben basamağına adımımı atmaktan çekindim ilk etapta "Acaba kırılır mı lan?" diyerekten. 

Sonra iş değişti tabi. Canavar gibiler maşallah. Yardıyorlar İstanbul'u. Zaten eve gidince araştırdım ve bu sağlamlığın nedenini buldum. 

Bu otobüsleri Fatih Sultan Mehmet, İstanbul'u ilk fethettiğinde Cenevizlilerden satın almış. Hepsi 1453 model, klimalı, tekerlekli... Hatta ilk alındıklarında körükler yokmuş, onun yerine Anadolu'dan getirilen Yörükler taşıyomuş otobüsü. Zamanla değişmiş tabi. O ayrı mesele... 

Şaka bir yana da, Fatih'in aldığı otobüsler İstanbul'da cirit atarken hükümetin aldığı Metrobüsler bozulup tamir edilmekten yalama oldular. 

Keşke onlarda Cenevizliler'den alsalarmış... Yazık...


***


Otobüs dedin de aklıma geldi. (Kim dedi lan?) İstanbul'un yeni Mercedes otobüsleri var. Özellikle E hatlarında kullanılıyor. Lüks, koyu yeşil, camları siyahlı, klimalı, otomatik bites, dikdörtgenler prizması şeklinde bir şey. (Sekizgen otobüs gören varsa yanıma gelsin, gözünden öpücem) 

Bu otobüsler ilk çıktığında telefonla konuşmak yasaktı. (Çünkü telefonlar otobüsün süper otomatik fren sistemini devre dışı bırakıyormuş, falanmış feşmekanmmış.) Hatta bir kaç kişinin şöförden zılgıt yediğine de şahit olmuşluğum vardır. Üstelik otobüsün en görünebilitesi yüksek mevkiinde "Telefon YASAK" işareti bile var. 

Ama geçen bi baktım, şöför telefonda geyik yapıyor seyir esnasında. Kocaman uyarıya rağmen. Bu, "Piknik Yapmak Yasaktır" tabelasıyla mangal körüklemek gibi bir şey... Artık yolculara da bir şey diyen yok. Zaten bu konuyla ilgili geyik daha enteresan. 

"Hacıı, otobüsler duyarsızlaşıyomuş bi seneden sonra. Telefon kitleyemiyomuş otobüsüüü..." 

Hadi len!! Ne yani, otobüsün bağışıklık sistemi güçlendi de bizim mi haberimiz yok? Antikor mu lan bu?

Hey Allah'ım ya !!


***


Bu ne şimdi? Tam gönder tuşuna basıyodum, ağzıma bir arı girmeye çalıştı. Hasbinallaaah... Çektim kenara konuştum kendisiyle...

- Bak delikanlı... Napıyosun sen?
- Yuva yapıcaktım abi ağzına...
- Oğlum, mizah yazısı yazmayı öğrenen adamın ağzına yuva yapmaya çalışırsan iliğin kemiğin kurur. Perişan olursun. 
- Tamam abi özür dilerim 

dedi. Helalleştik, cebine de harçlık koyup gönderdim...


******

Feysbuk denen illet, milleti cinnet geçirtme zilletine sokacak kadar cibilliyet fakiri bir tekno-kavram. 

Gruplara üye olmalar, arabesk parçalardan alıntılar yapmalar falan, bütün Türkler buraya, bütün Angolalılar sağ köşeye, ota, b.ka grup kuranlara sinir olanlardan gıcık kapanları bağırlarına basanlar grubları, yok efendim paylaşmayan beni silsin tadında sitemler, zattirikten işler… 

Kardeşiyle ekmeğini, dostuyla yemeğini, babasıyla emeğini paylaşmayan adamlar çatır çatır video paylaşıyorlar özelitelerini sakızca çiğneyerek … 

Günlüğünü e-bay’de satışa çıkarmak daha mantıklı bence. 

Ben de geçenlerde hangi akla hizmet, hangi mantığa meziyet olacağını kestirmeden, köpürüp taşmaktan bihal olmuş egomu tatmin mertebesine ererek feysbukta “Kitap Okuyan İnsan Grubu” diye bir gruba üye oldum. Artık gelen kutusu hiç boş durmuyor. Her dakikada zilyon tane mesaj geliyor ne idüğü belirsiz. Adamlar resmen profil taciz ediyorlar lan! Ben de karar verdim. “Kitap Okumayan Hayvan Grubu” kurup herkesi internetsel tacize maruz bırakacağım. 

Bıktım ulan…

***

Geçenlerde babamın bir arkadaşı anlattı. Memleketteki köylerine komşu olan köy, kafalarının az çalışmasıyla ün yapmış. Köye ilk televizyon geldiği yıllarda siyah beyazdı bilindiği gibi. Malum köyden bir vatandaşın da bu durum canına tak etmiş olacak ki, televizyonun renkli olması için, gidip anteni kırk milyon renge boyamış. İşte budur arkadaş. Zeka budur… Hangi İngilizin Fransızın, Papua Yeni Gine’linin aklında bu kadar pratik ve pragmatik bir çıkış yolu zuhur etmiştir. Etmemiştir efendim… Na-mümkündür. Helal olsun o amcaya… Takdir ettim kendisini… 

Hatta bu amcanın öncülüğünü yaptığı köy yöresel bir atasözüne de ev sahipliği yapmış. Kahramanmaraşlılar varsa bilirler…

“Elembaalar müşare kurana kadar Hasanköyler çıkım çıkmış…”

Seviyorum bu ülkeyi :)

***

Geçenlerde bir yerde okudum. Osmanlı’nın en şaşalı dönemlerinden birinde iki alim mektuplaşıyorlar. Mektubun giriş kısmı ilginç…

“Nasılsınız? Kedere mucip bir ahvaliniz yoktur inşallah. Her ne kadar telaffuzuna muktedir olamasakta, tefehhümünden mahzuz olduğumuzu belirtmek isteriz.” 

Türkçesi:

Sizi üzüntüye sokacak bir durum yoktur inşallah. Her ne kadar size hatırınızı bizzat soramasakta, sizleri düşünüyoruz, unutmuyoruz ve bu şekilde düşünmekten de zevk alıyoruz. Sizi unuttuğumuzu düşünmeyin.

Kullanım alanı: “Hiç aradığın sorduğun yok lan!!” diyenlere ayrıntısıyla anlatılır. Sonra hızla uzaklaşılır… Nedenini sormayın…

***

(Güncelitesi mevcuttur. Rahatsız olanlara şimdiden Allah şifa versin diyor, başarılarınızın hebasını diliyorum) 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder