5 Eylül 2012 Çarşamba

Kısa Hikaye... Vol2

UYARI: Önce aşağıda yer alan "Kısa Hikaye Vol1" başlıklı yazıyı okumanız lazım. Hayır ben sizin için söylüyorum. Kitabın ortasından başlamayın. Yoksa banane canım... İstediğin yerden oku. Hiç umurumda değil.

*************

- Maalesef abla, bundan daha küçük ceket yok. Başka yerde de bulamazsınız zaten, bunlar standarttır. Diktirmeniz lazım...

- Anne bu çok büyük...

- Olsun oğlum.. Aaa, her sene ceket mi alacağız? Giyersin 3 sene nolcak ki?

....

Kravat takarak büyük adam olacağını zanneden XXX'in çilesi devam ediyordu. Kravatın yanında, daha doğrusu kravatın üstüne bir de ceket giymesi gerektiğini unutmuştu. Ya da işine gelmiyordu. Kravatı takınca sıkıntı yoktu. Ama annesinin kendisine işkence edercesine aldığı ceket üzerinde emanet gibi duruyor, onu olduğundan daha küçük gösteriyordu. Boy aynalarının önünden dahi geçmek istemiyordu o haliyle... Hele o kılıkla okula gitme fikri midesine kramplar girdiriyordu adeta. Düşünsenize... Sınıfın en güzel kızı onu o kıyafetle görünce kimbilir onunla nasıl dalga geçecekti?

Utana sıkıla gittiği okulun ilk günü onu biraz rahatlatmıştı. Aslında hem korktuğu hem de sevindiği bir gündü, çünkü o gün deprem olmuş ve okullar ikinci bir emre kadar kapatılmıştı. Anne ve babası hiç bir bedensel gelişme göstermeyen ve halk diliyle büyümeyen çocuklarını doktora götürme kararı verdiler fırsattan istifade. XXX oflaya poflaya girdi doktorun kapısından... Doktor'un ilk cümlesi zaten her şeyi özetlemişti:

- Sen ortaokula mı gidiyorsun? (Sahra çölünde penguen besleyen eski mo gibi şaşkın bir ifadeyle)

Eve dönerken babası arabayı lisenin önündeki spor salonunda durdurdu. Gitti, XXX'i basketbol kulübüne yazdırdı. Bu onun için müthiş bir gelişmeydi. Boyu uzayacaktı çünkü... O günden sonra kendini basketbola verdi. Bütün hayatı, efsanesi, her şeyi top ve potadan ibaretti. Sabahları 5 te kalkarak dışarılarda antreman yapıyor ve sabahın 7 sinde evlerin arasında basket oynayan ve topu sürekli "DAN DAN" diye yere vuran bu çocuğa bütün site nefret kusuyordu.

Özgüveni artmıştı. Okulda da, bütün öğrencilerin gözleri önünde şov yapıyor ve takdir alıyordu. Üstelik dersleri de hala süperdi. Kendisi de anlayamıyordu zaten bu durumu. Çalışmıyordu çünkü.

Ama bir sene sonra işler ters gitmeye başladı. Çünkü artık sadece basketbol oynuyor ve kitap okuyordu. Soyadı YAHŞİ olan VAHŞİ matematik öğretmeninden yediği (hayatında öğretmenlerden yediği ilk dayaktı) dayak yüzünden hesap makinası görmeye bile tahammülü kalmamıştı. Karneye zayıflar gelmeye başladı. Zaten basketbolcu olma girişimi ablasının "Benim kardeşim Türkçe Öğretmeni olacak değil mi?" sözüyle yavaş yavaş sönmeye başlıyordu.

Orta sona başlarken babası onu kulüpten aldı. Koçu defalarca babasını dükkanında ziyaret ederek, "Abi yanlış yapıyorsun... Bu çocuk bu kabiliyetle seni padişah eder... Ziyan olacak çocuk... Yapma" dese de fayda etmedi. Takım arkadaşının maçlarını televizyonlardan izlemeye başladı gözyaşları içinde.

Yapacak bir şey yoktu...

Zaten boyu da sadece 3 cm uzayabildi. O da hüsranla sonuçlanmıştı.

Orta sona başlarken Türkçe defterinin ilk sayfasını açtı ve kırmızı kurşun kalemle yazdı....

"XXXX YYYY, Türk Dili ve Edebiyat Öğretmeni"


Orta sona geldiğinde duygusal açıdan da sıkıntılı günlerdeydi. Sınıfın o en güzel kızı onun en yakın arkadaşına "XXX'in eğer boyu uzun olsaydı onunla sevgili olurdum" dedi... Ama o aynada, güzel boşnak kızının kriterlerine layık olamadığını gördü ve sessizce başını önüne eğdi. "Olsun... Vardır bi hikmet" diyebildi sadece... Hemen ön sırasında oturan ve bütün sene kopyalarla beslediği Aslı da okulun son gününde, "XXX, sen çok iyi bir insansın ama çok küçük gösteriyorsun, senle çıkmak istedim ama yapamadım" diyordu. O da Aslı'nın defterine gizlice "Olsun, ben alıştım... Ama yine de Dont forget me Aslı" yazdı. Nedense de sınıfın en çirkin ve ezik kızlarının bakışları bundaydı.

Gerçekten de alışıyordu bu duruma... Dersine her yeni gelen öğretmenin ve onu ilk defa gören öğretmenlerin tepkisi belliydi:

- Sen! Kalk bakayım ayağa? Sen bu sınıfta olduğuna emin misin? Ortaokula mı gidiyorsun sen?

Sınıfın kahkahaları eşliğinde mahzun mahzun yerine oturuyordu. Ama eskisi kadar da dert etmiyordu. Ya dert etmemeye alışmıştı, ya da içine atıyordu ve içine attığından haberi yoktu.

(Vol 3 bile var)

....

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder